Batı ülkelerinin insanları iç huzuru ararken uzak doğudan ilham alırlar çok zaman. Japonya’nın güneyindeki Okinawa takım adalarından esen rüzgâr şimdi de İkigai isimli felsefeyi taşıyor batıya.
Okinawa takım adaları, türkuaz denizi, mercanları, beyaz kumsallarıyla bir doğa mucizesi. Ada halkının yaşam beklentisi 100 yaşın üstünde. Sadece uzun değil aynı zamanda sağlıklı da yaşıyorlar. Bunun sırrını ise “İkigai” felsefesi ile açıklıyorlar; uzun ve mutlu bir ömrün anahtarı, yaşama anlam veren hedefler yoluyla huzur bulmak.
“İkigai”, iki sözcüğün birleşmesinden oluşuyor. “İki” yaşam, “gai” hedef, amaç, tutku anlamına geliyor. İkigai, “İyi ki yaşıyorum” dedirten duygu. Bazan da “Yaşamı yaşamaya değer kılan”, veya “İnsanı sabahları yatağından hoplayarak çıkartan” duygu olarak ifade ediliyor.
Tropikal bir cennet değil Okinawa. Tarihte acı dolu savaşlardan payını almış bir bölge. II. Dünya Savaşı’ndan beri adada konumlu Amerikan üslerinin getirdiği sorunlarla karşı karşıya. Yine de iç huzurunu bulmayı başarıyor insanlar.
Japonlara göre herkesin bir İkigai’si var ve onu bulması için kişinin uzun ve derin bir iç yolculuğuna çıkması gerekiyor. Yola çıkarken beş prensip koymak gerek valize: Ufak başlamak. Salıverip serbest bırakmasını öğrenmek. Ahenkli ve etkisi kalıcı işlere yönelmek. Küçük şeylerden mutluluk duymak. Burada ve şimdide yaşamak.
Söylemesi kolay da çoğumuzun sürdürdüğü yaşam tarzında uygulaması imkânsız diyeceksiniz. İşin ilginç tarafı İkigai felsefesine Japonya’nın sadece romantik balıkçı köylerinde değil, Tokyo’nun beton ve cam labirentleri arasında da rastlanılır olması.
Japon yazarı Ken Mogi 93 yaşındaki suşi ustası Jiro Ono’yu anlatıyor kitabında. Her gün inanılmaz bir detay sevgisiyle yemekleri hazırladığı lokantasında sadece on kişiye yer var. “Guide Michelin” üç yıldızla değerlendirmiş, Japon başbakanı, Barack Obama’yı ülkesini ziyaret ettiğinde bu lokantaya götürmüş. Beni asıl etkileyen, verilen yıldızlar, devlet başkanlarının ziyareti, hatta Jiro Ono’nun gerçekten hürmet edilecek yaşı değil, başka bir şey oldu. Gördüğü tüm ilgiye, eriştiği şöhrete rağmen ustanın on kişilik lokantasını büyütmemiş olması. Yani, yanına birkaç eleman alıp işi geliştirebilir, lokanta zinciri, her şehirde bir şube kurup köşeyi dönebilirdi. Kendisiyle barışık, yaptığı işin mükemmelliğinden memnun olduğundan böyle bir ihtiyaç duymuyor anlaşılan.
Çok uzaklara gitmek gerekmiyor tabi bu felsefeyi bulmak için. Geçen sene Eskişehir’de tanıştığım, dört metrekarelik atölyesinde birbirinden güzel eserler yaratan kaligrafi ustasını hatırladım bir an.
Okinawa haricinde Sardunya, İtalya, Yunanistan gibi dünyanın birkaç yeri daha uzun ömürlü insanlara ev sahipliği yapıyor. Mavi bölgeler anlamına gelen “Blue zones” adı verilmiş bu yaşam yerlerine. Kitap yazarı Dan Buettner’e göre bu insanların ortak tarafları, yaşamda bir amaç sahibi olmaları. Bir hobiye sahip olmak, aile kurmak, tutkuyla herhangi bir projeye derinlemesine dalmak gibi bir amaç.
İkigai’nizi bulmanız için kendinize ilk önce şu dört soruyu sormanız öneriliyor;
1- Neyi seviyorum? Beni en çok heyecanlandıran şey ne? (Tutku)
2- Uğraşmadan iyi olduğum şeyler ne? Bunu ortaya nasıl çıkarabilirim? (Yetenek)
3- Dünyanın neye ihtiyacı var? İnandığım şeyler (Misyon)
4- İnsanlar bana neden değer veriyor? Neden maaş alıyorum? (Meslek veya Değer)
İkinci adım, bu dört noktaya ait birbiriyle kesişen dört daire çizmek. Sonra bu daireleri konuyla ilgili aklınıza gelen notlarla gelişi güzel doldurmak.
Birinci dairedekiler yüzümü gülümseten, içimi sevgiyle dolduran, beni canlı tutan şeyler. İkinci dairede, severek denediklerim, kolay başardıklarım. Üçüncü dairede, başkalarına ne tür bir hizmet ve değer katabilirim, başkalarının ihtiyaç duyduğu ve benim mutlulukla karşılayabileceğim ya da değiş tokuş yapabileceğim neler var sorularının cevabı olabilir. Dördüncü dairede ise, para kazandığınız bir meşgaleniz yoksa, insanlar benim hangi özelliğime değer veriyor konusuna yer verebilirsiniz.
Dört çemberin kesiştiği ufacık bölge sizin kendi İkigai’nizi sembolize ediyor. Değişik zamanlarda, değişik ruh hallerinde yukardaki sorulara cevaplandırırsanız, bazı noktaların kendini tekrarladığını göreceksiniz.
Kolay mı?
Değil tabi.
Sancılı sorularla karşılaşabiliyor insan İkigai yolculuğunda. Çabuk pes etmeyin. Sabahları yataktan sizi ne çıkartıyor sorusu ilk defa karşıma çıktığında, “Fazlasıyla dolmuş idrar torbam” deyip gülmüştüm. Düşündükçe derinleşen, zenginleşen bir soru bu.
Özellikle üçüncü daireyi enteresan buluyorum. Sorunlu bir aile, hastalık, işsizlik, zamanında fırsat verilmemiş olması gibi ezici konularınız vardır belki ama, üçüncü daireyi boş bırakmak için neden değil bunların hiçbiri.
Örneğin, merhametli olma, güler yüzlülük, tatlı dillilik, ince düşünce, evini tertipli tutma, misafirperverlik, affedicilik de birer yetenek ve başkalarına verebileceğimiz hediye.
Çemberleri iyi kötü doldurduktan sonra tam rahatça arkama yaslanacaktım ki aklıma bir soru takıldı. Peki, ben neden sabahları yataktan hoplayarak kalkmayı bırak, homurdanarak yorganı başına çeken, pazartesi sendromu yaşayanlardanım? Düşündüm. Varolanın değerini bilmemek olabilir belki. Daha duyarlı ve yaşama karşı daha alçak gönüllü olmak da bir adım İkigai’ye doğru. Birkaç ufak ve ilk bakışta önemsiz gördüğüm şeyler ekledim listeme. Daha güzel oldu.
Ömür boyu sürecek bir yolculuk İkigai’in izini aramak. Günün birinde sabahları yataktan sevinçle kaldıran şeyi hepimiz buluruz umarım.
Dr. med. Yasemin Schreiber Pekin
Kadın Doǧum Uzmanı, Psikoterapist