Amerika

Amerika

 

Ne cesaretle tek başıma karşı kıtaya gittim, work and travel yaptım, inanın şuan bilmiyorum. Peki nasıl bu delice kararı verdim? 2012 yaz sonuydu, gelecek yazımı güzel bir şekilde değerlendirmek istiyordum. Amerika hayalim vardı ama amacım bir uçağa atlayıp, 1 hafta kalıp geri dönmek kadar basit olmamalıydı. Eğer o kadar yolu gideceksem hem yazımı değerlendirmeliydim, hem de tam anlamıyla kültürünü keşfetmeliydim. Bunun için tek seçenek WAT yapmaktı. Birkaç şirket araştırdım, her şirket hakkında iyi kötü bilgiler edindim ve Eduyork ile gitmeye karar verdim. Şirketin adını daha fazla sarf etmek istemiyorum, gereksiz reklama gerek yok zira kötü deneyimler yaşadım kendileriyle.

Kısa yoldan söyleyeyim ki şirketler size sadece Amerika’ya gitmek için bir ön adım oluyor. Geriye kalan işinizin konumu, ev koşullarınız, arkadaş ortamınız, eyaletiniz de ki imkanlar vs. tamamen ŞANS! Yani eğer hayat felsefeniz eşeği her daim sağlam kazığa bağlamak ise asla bu tür işlere girişmeyin. Gün gelir yerde yatarsınız, gün gelir aç kalırsınız ama bu deneyimler hiçbir kitapta okuyup edinebileceğiniz ya da büyüklerinizden dinleyeceğiniz nasihatlerle edineceğinize de benzemez. Öncelikle büyük bir cesaret sonrasında ise sabır gerekiyor. Cesaret bende varmış ki ben tek başıma bu yola girmişim şuan anlıyorum fakat sabır hiç yoktu. Şuan ise 3 ayda 3 sene büyümüş bir Egeyim, iki kat cesaretli, sabır sahibi, zorluklar karşısında tek başına durabilecek, çalışmanın ne demek olduğunu anlamış bir Egeyim artık.

42nd street
42nd street

Peki okuyarak, dinleyerek bilinemeyecek bu WAT nedir? Amerika’da hem çalışıp hem de seyahat edebileceğiniz bir öğrenci kültürel değişim programı. Ortalama 12 hafta sürüyor (işverenlere göre +2/ -2 hafta oynama olabiliyor). Mesela ben milyon saat süren aktarmalı yolculuğum ile 15 haziranda çalıştığım eyaletteydim. 3 gün training verdiler (tabi ki ücretsiz oluyor), sonra işe başlamış sayıldım ve 5 eylülde işten ayrıldım.

Yani 3 aya yakın çalışmış, 17 gün de gezmiş oldum. Fakat normal şartlarda eğer okulum başlamıyor olsaydı iş bitiş tarihinden itibaren ekstra 1 ay gezme süresi sizin yasal hakkınızdır. Programın amacına gelince, var olan İngilizcenizi geliştirmek, kazandığınız parayla geçiminizi sağlamak, farklı kültür ve insanlar tanımak veee kalan paranız ile travel yapmak. Tabi iş seçiminden önce türlü mülakatlara giriyorsunuz, ilk hedefiniz garson olmakken, dilinizin yetersiz kalacağını öğrenince işleri beğenmiyorsunuz fakat aylar geçtikçe ve işe yerleşemedikçe beklentiler düşüyor, yılıyorsunuz.

İşleri beğenmekten çok yeter artık bir işe yerleşeyim moduna giriyor insan. Ben sayısız iş seçeneği ile karşılaştım fakat saçma yerlerde saçma işlerdi çoğu. Defalarca skype üzerinden iş görüşmesi yaptım yetmedi İstanbul’a iş fuarı dedikleri olaya katıldım.

Kasiyerlik dışında 4th of July gibi özel günlerde soytarılık yaptım
Kasiyerlik dışında 4th of July gibi özel günlerde soytarılık yaptım

Neyse aylardan nisan falandı yanılmıyorsam, iş bilgileri birkaç gün önce geldi, iş konumu kasiyerlik olarak görünce beni zaten seçmezler, yok artık para mı saycam nasıl yapcam derken işe alındım ki o gün tamamen şans-kader karışımı bir şeydi. İzmir’e uzak sayılabilecek bir yere, bölüm olarak pikniğe gitmiştik ve internet çekmiyordu ayrıca ben o işe kabul edileceğime hiç inanmıyordum da. Skype görüşme saatini kaçıracakken piknikten erkenden ayrılıp yollara düştüm. Tabi beklenen oldu ve eve yetişemedim. Skype uygulamasından güzelyalı sahilde, internet çeken bir yerde oturup beni aramalarını bekledim. Gerginliğim geçsin diye de türk kahvesi istedim.

Neyse dırırı dırırı çaldı. (ben işverenin Türk olduğunu bilmiyordum) Bana sadece İstanbul’a geldi görüşme için dediler o kadar. Bir konuşuyorum heyecandan aksan falan kaptım, ağzımı yaya yaya espiriler şakalar neyse işte o ara gözüme takıldı kahveye. Kültürümü tanıtacağım sizlere, Türk kahvesi getireceğim, yapacağım falan derken “İşe alındın hayırlı olsun Ege” dedi bir ses. Ben hala thank you so much falan diyorum, gözlerim doldu ağladım ağlayacağım. Neyse çok şanslıyım ya internet paketim bitti ve skype kesildi, ben de böylelikle işe alındım. Sonrasında belge toplama işlemleri başladı, zaten önceden pasaportu çıkartmış oluyorsunuz (WAT için harçsız oluyor) ve işe kabul edildiğiniz an vize için ödemeleri yapıp randevu alıyorsunuz. Sonra da İstanbul İstinye’de ki Amerikan Konsolosluğuna gidiyorsunuz.

Fakat WAT programında sorunsuz vize almak için öncelikle not ortalamanız 2.00 üstü olmalı ve Amerika’da sorun çıkartmayacak bir tipiniz olmalı, güven vermelisiniz. Sonra da milyon tane güvenlik taramasından geçip gergin bekleyişe hazırlıklı olmalısınız ki benim ellerim buna hiç hazır değillerdi. Benim ellerimde aşırı terleme sorunu var, ki gergin olduğumda bu katlanarak artar. O an vizeyi alır mıyım alamaz mıyım diye düşünürken herkesin konuşmasına şahit oluyorsunuz, ret alanları gördükçe daha da terlediler ve parmak izimi alamadılar. Ellerimde yumak yumak peçeteler ile 123 numaranın yandığını gördüm. Kalın camlar arkasındaki görevliye belgelerimi verdim ki onlar Türkmüş ama ben öyle bir inanmışım ki İngilizce konuştum, görevli benimle Türkçe konuşmasına rağmen. Neyse numarayı takip et dedi, tekrar oturdum bekliyorum falan. Bir anda yan veznelerde gerçek Amerikalı tipler belirdi. Bu arada onlarla tamamen İngilizce konuşmalısınız, şimdiden söyleyeyim ve cici kız rolü yapmalısınız.

Mesela ikinci dilim Almanca, hangisi daha iyi İngilizce mi Almanca mı diye sordu. Daha önceler de duydum ki Almanca demiş birine git o zaman Almanyaya diye vize vermemişler. O derece garip ama bir o kadar da basit sorular soruyorlar. Neyse ben cici kız imajı çizip I love Amerika mantığıyla cevapladım tüm soruları ve cevabı “have a nice summer” oldu, sonrasında da derin bir ohhh. Hemen sonrasında uçak biletimi ayarladım ve büyük bir heyecanla 14 haziranı bekledim. Aynı gün sabahtan son finalime girdim ve akşam İstanbul’a uçacaktım. Her şeyin son olanını da yapıp hava alanına gittik (son kahvaltı, son çay saati, son sarılmalar…) Saatin nasıl geçtiğini anlamamıştım, vedalaşma zamanı geldiğinde bir yakınımı kaybetmişcesine ağladım. Kopamıyordum ama bir an önce ayrılmam gerekiyordu. Kendime güçlü olup bir anda arkamı dönüp valizimle uzaklaşmam gerektiğimi söyledim. Evet, “Eğer gitmek zorundaysan arkana asla bakma, yoksa gidemezsin” sözümü kendime ayrılık felsefesi bildim.

The United States Capitol Building, Washington DC
The United States Capitol Building, Washington DC

İstanbul’a indim ve sabahın olması için 7 saatten fazla bekledim, uyuyamadım, kahve içtim bol bol. Koca valizlerim ve benim gibi sabah uçaklarını bekleyen bir çok insanla bir arada oturdum. Valizlerimi tarttım, kiloyu dengeleyene kadar baya bir zaman harcadım, çıkış harcımı da yatırdım. Sonra valizlerimi verdim ve gümrük sırasına girdim. Minik el valizim ve ben tek başımızaydık artık, işte o an yapayalnız kaldığımı hissettim. Dönmek için ısrar eden iç sesim neyse ki beni yenemedi. Roma’ya uçtum, bir 7 saat daha beklemek için. Tekrar kontrole girdim, bir uçak dolusu Türkle fakat ben beklerken her biri uçaklarına binip gittiler. Bir zaman sonra kendi ülkemden olanlar da kalmadı, yalnızlığım giderek katlandı.

Depresyona girmek için erken olduğuna karar verdim ve bir an durup düşündüm. Romadayım ve dışarı çıkamıyorum peki ne yapabilirim? Hazır gelmişim taa İtalyalara kadar bi kahve-kruvasan yapayım dedim hemde bu arada internet bulmak istiyordum. Tabi internete ulaşmak Türkiye’de ki kadar ucuz ve kolay değil, sadece hava alanında ki ağa paypal ödemesi yaparsan bağlanıyorsun. Kısacası kimseye ulaşamadım, daire şeklindeki hava alanında deli dana gibi 7 saat döndüm durdum. Saatlerce beklememin sonrasında New York uçağımın olağanüstü hava koşullarından 2 saat rötar yaptığını öğrendim. 36 saatten fazladır uyumuyordum, rezil bir şekilde bekledim. Neyse ki sonunda uçağa bindim ve direkt sızdım. Yemekler, kahveler gelmiş gitmiş, ben bir haberim. Bu arada belirtmeyi unuttum Alitalia ile uçtum yani İtalyan yakışıklı hostlar ve iğrenç İngilizceleri demek oluyor. Yanımdaki bayan ne yerse same same dedim geçtim. Çünkü ne onlarla başa çıkabilecek bir dilim vardı ne de sabrım, adama coke diyosun kolayı anlamıyor yani benden fenalardı. Neyse indim New York’a kontrolde 1 kilo yeşil eriğimi alan görevlilere saydırmaya pek bir fırsatım olmadı çünkü uçağım indiğinde Philadelphia uçağım çoktan kalkmıştı bilet saatime göre.

Erikleri boş verip, hemen şirketin görevlilerine biletimi gösterdim ve valizimi verdim tekrardan çünkü iç hatlara geçecektim. Kadın bana bir şeyler söyledi ama benim tek anladığım terminal 2 ye git oldu ve öyle yaptım. Meğerse ben oraya gidince biletimi tekrar check etmem gerekiyormuş. Tabi o uçak da rötar yaptı, ben de pikeme sarılıp dinlendim, sonra kapılar açıldı ve uçağa bindim. İndiğimde beni couchsurfingden aylar öncesinden ayarladığım 70 yaşlarında ki teyze, elinde sevimli karton parçasıyla karşıladı “Welcome Ege”. Sarıldık, koklaştık ve valizimi bekledik. Herkesin ki geldi, benim ki yoktu ama ben haddinden fazla rahattım. Kayıp için form doldururken biraz algıladım gibi oldu ama hala inanmıyordum.

Neyse el valizimi de aldık arabaya atladık 2 saat falan gittik sanırım, bilincim yerinde değildi. Evine vardık, tek katlı güzel bir evi vardı, bir de benden büyük köpeği. Beni görünce sevgi gösterisi olarak üstüme saldırması dışında gece ilginç bir şey yaşamadım. Sabah olunca işverenimi aradım ve kalacağım adresi aldık. Sağ olsun beni eve kadar götürdü, hatta yetmedi eve girip inceledi, kalmam için uygun mu, imkanları nasıl falan diye. Tam bir anneanne edasında. Sonra dediğim gibi işe başladım, ilk zamanlar işi öğrenene kadar çok zordu. Hem İngilizce konuşuyoruz, hem yeni bir iş, bilmediğin bir kültür, yeni insanlar gibi gibi zorlayıcı faktörler ile günler geçmeye başladı. Sonra Türkiye ile görüntülü konuşmalar yapmaya başladık ve her konuşmada gözyaşlarıma engel olamadım. Aslında bazen özlemek de değildi derdim. Zorluklardan kaçamamak, birinin arkasına sığınıp kolay yolunu bulamamaktı.

Her zorlukla ben boğuşuyordum. Böyle çok kötü anlattım gibi oldu ama şuan çok uzak günlermiş gibi gelse de o günler inanılmaz zor geçti. Neyse ki zamanla alışırsın lafı çok doğru. Zaman geçtikçe yaşadıklarıma alıştım, görmezden geldim. Başvurduğum güne lanet ederken bir anda bulunduğum durumun aslında hiç de fena olmadığını düşündüm. Amerikadaydım, eğer ben istersem bunu eğlenceye çevirebilirdim ki yaptım. Partilerin yerlerini falan öğrendim, zaten zaman geçtikçe yayılıyor bilgiler, öğreniyorsun bisiklet nereden alınır, kilise ne zaman yemek verir, parti ne zaman nerede en iyi olur gibi gibi. İşten çıkıyorduk Jolly denen bizde olmayan bir araç ile 15 dakika falan gidiyorduk Dewey Beach’e. İş yerim ile yaşadığım yer ise Rehoboth Beach’di, Delaware eyaletinde. Buranın en büyük avantajı ilk eyalet olması, tax yok. New York’a araba ile 3 saat falan bir yer. Ayrıca Rehoboth, gay ve lezbiyenleri ile ünlü olmasına rağmen Dewey’e göre daha sakin. Dewey ise daha ufak ama partilerin merkezi. Bizim mekan deniz kenarındaydı, Northbeach’di. Salıları $1 gecesi oluyordu, içkiler su. Cuma geceleri bir grup çıkıyordu daha slow, cumartesileri tam party oluyordu. Pazarları ise Amerika’da hayat çok erken bitiyor.

Partiyi bırakın, restoranlar bile 6, bilemedin 7 gibi kapanıyor sonra sokaklar bile bomboş oluyor. Geceleri bu şekilde geçiyordu. Gündüzleri ise evimizin karşısında ki outleri boşaltıyorduk, iş saatimize göre tabi ki. Kalan zamanlar ise bazen günde 14-15 saat çalışıyorduk bazen 6-7. Her sabah hayata isyan şeklinde kalkıyorduk eğer işe gideceksek. 2 haftada bir off günümüz oluyordu, ama çok uzakları gezemiyorduk, dinleniyorduk, havuza iniyorduk falan bir şekilde zaman geçiyordu. Kiliseler sağ olsunlar öğrencilere ödünç olarak bisiklet falan veriyorlardı, belirli günlerde free yemekler, tatlısından kahvesine kadar. İşte kolaylıkları öğrenmek ve zamanını yakalamaya başladıkça hayat kolaylaştı benim için. Çalıştığım dönem içerisinde bir kez off günüm de Six Flags’e gittim (kilise düzenledi), bir kez de Ocean City’e. Six Flags inanılmaz eğlenceliydi, hayatımın en adrenalin dolu gününü geçirdim.

Six Flags
Six Flags

Asıl travel kısmına işten ayrılınca başladım. Bir kez daha Maryland’a gittim sonra eşyalarımı topladım ve 1 haftalığına Washington’a gittim tek başıma. Herkes hiçbir şey yok orada diyordu ama gittiğim de anladım, iyi ki 1 hafta ayırmışım DC’ye dedim. Sonrasında 6 günlük Doğu turu almıştık, ona katıldım ve geriye 3 gün fazladan New York’ta kaldım ve 23 eylül günü geldi, uçağa bindim, giderken nasıl ağladıysam gelirken de öyle ağladım, alışmak, sevmek ve özleyeceğine emin olmak duygusuyla. Hayat bu, bir daha gelir miyim gelemez miyim diye düşünüyorsun ister istemez o uçak havalanırken, belki de son diyorsun.

Bilmiyorum ilk ve son mu olacak benim için ama hayatımın en eğlenceli ve en macera dolu yazını yaşadım, bunu biliyorum. Gördüklerim ve yaşadıklarım inanılmaz bir tecrübe oldu hayatım için. İyi ki cesaret etmişim, iyi ki arkamı dönüp o uçağa binmişim, yaşamışım, ağlamışım, gülmüşüm, eğlenmişim, tanımışım, öğrenmişim, büyümüşüm ve yepyeni bir Ege olmuşum diyorum.

Sevgilerimle…

 

994966_10201823894672580_661829038_n

 

pubg uc

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.