Roma

2 bin yıl öncesinde Roma İmparatorluğu’nun başkenti, 7 tepeli Amor; Roma . . .

"Rome wasn't built in a day"

” Rome wasn’t built in a day ” (Roma bir günde inşa edilmedi) sözünü şehre varır varmaz anladım, gezdikçe daha bir hak verdim daha bir aşık oldum. Antik Roma’yı her adımda hissediyorsun bu yüzden belki de Roma benim için her daim bitmeyecek bir şehir olacak. O kadar çok güzelliği bir arada bulunduruyor ki gezdikçe daha bir hayran kalıyor insan.
İtalyanları tanıdıkça daha da bir ısınıyorsun, her daim güler yüzlüler ve enerji dolular.

 

Fiumicino Havalimanı'na uçuyoruz

Fiumicino Havaalanı’na indikten sonra Vatikan çevresinde ayırttığımız otele gitmek için havaalanı otobüslerini tercih ettim. Fiumicino Havaalanı Avrupa’nın en işlek 6. havaalanı olması sebebiyle merkeze ulaşım konusunda bir sıkıntı yaşamak oldukça zor.
Otele en yakın olduğu söylenen durakta inmeme rağmen oteli bulmak elimdeki eşyalarla oldukça zor oldu bir de ilk deneyim etkisini de düşününce şimdilerde normal geliyor. Otele yerleşip çıkana kadar tabi müzelerin kapanışına denk geldi ve Vatikan Müzesi’ne giremeden geri döndük. Vatikan’da bulunan St Peter’s Bazilikası’na (Aziz Petrus Bazilikası) girmeyi düşünerek Piazza San Pietro’ya (San Pietro Meydanı) gitsem de sonu görünmeyen kuyruğu görünce ziyaretimi ertesi gün sabah saatlerine erteleyip meydanın keyfini çıkarıyorum. Hava karardıkça daha da güzelleşiyor, bir kenarda saatlerce oturup keyfini çıkarası geliyor insanın.

Piazza San Pietro'nun büyüsü

Roma'nın en iyisi

Ama tabi zaman kısıtlı olduğu için akşam yemeği için Foursquare’de Roma’nın en yüksek puanlı (9.0) pizzacısını tatmak için yollara düşüyorum. Sahibi Gabriele Bonci’yi pizzanın Michelangelo’su olarak anılıyormuş senede 1500’e yakın farklı pizza üretiyormuş, yani o derece bir yer düşünün. Merkeze biraz uzak olmasına rağmen bulduğumda ufak bir şok geçiriyorum, ufacık bir pizzacı take away tarzında. Beklentiyi biraz düşürsem de tepsilerdeki çeşitleri görünce birazcık gözüm döndü. İtalya’da take away tarzındaki pizzacılarda eğer dilimli değilse ne kadar istediğini tarif etmeniz gerekiyor, hemen kırt kırt makasla kesiyorlar tabi anlatırken hep zorlandım açık söylemek gerekirse, eller kollar devreye girdi ama İtalyanlar siparişini söylerken bişeyler diyorlar hemen anlıyorlar onları ben her seferinde büyük mücadele verdim, neyse. Daha sonra tartıyorlar ve fiyatlandırılıp fırında ısıtılıyor. Bir de yanına şarap değil bira içmeniz gerekiyor çünkü burası ev yapımı biralarıyla ünlü bir yer. Pizzaları ise özel ve lezzetli kılan kullandıkları her ürün için çok titiz davranmaları, mesela genetiği değiştirilmemiş ve eski taş değirmende öğütülen özel bir un kullanıyorlar, mayaları 200 senelik bir maya başlatıcısından. Tabi bütün bu özen sonunda iyi bir lezzet olması kaçınılmaz, hatta muhteşem bir lezzet demek fazla abartı kaçmaz diye düşünüyorum.

Pizzarium'un nefis çeşitleri

Pizzarium lezzetleri

Nefis pizza dilimlerinin ardından kalan biram elimde tekrar Vatikan’a doğru yürüyorum. Bu güzel lezzetlerin üstüne bir cappuccino ve minik pastacıklar deniyorum rastgele seçilmiş bir yerde. Sonra kendimi yine sokaklara bırakıyorum, amaçsızca dolaşırken biraz abartıp Trastevere bölgesine kadar gitmişim. Romalı turistlerin çoğunlukla bilmediği, yerli halkın bir şeyler içip keyif yaptığı bir bölge kendisi. Bende nerede bu insanlar, hiç eğlenen, sokaklara taşanlar yok diyordum ki bir anda kalabalık ışıklı sokaklar görünce hıh dedim işte herkes burada kesin, ki öyleymiş. Sokakları labirentimsi, sürprizli sevimlilikte Trastevere’de küçük küçük eğlenceli barlar ve restorantlar bulabiliyorsunuz. Herkes sokaklarda elinde içkileri, koyu sohbetlerde, keyifler yerinde . . .

Bir&fud ile kısa bir bira molası

Sokaklarda dolaşırken Bir&fud oldukça kalabalıktı, denemekten ne çıkar dedik ve gerçekten içeri girince yanılmadığımı anladım. Saatin gece yarısına yaklaşması sebebiyle ufak atıştırmalıklar ve içeceklerle takılan İtalyanlar’a uyup en değişik ve popüler olan birayı sorup onu denedim, gerçekten İtalya’da denediklerim arasında ilk sırada yerini hala koruyor. Mekan normalde erken saatlerde pizzası için de çok müşteri çeken bir yermiş, deneme fırsatım olmasa da bir sonraki sefere yapılacaklar listemde kendileri.

İkinci güne eşyaları toplayıp otelde bırakıp otelin anlaşmalı olduğu Romeo’ya gidip ilk İtalyan kahvaltımı yaptım, “Cappuccino e brioche” namı diyar İtalyan kahvaltısı. Tabi Briochenin de çeşitleri oluyor sade, marmelatlı, çikolatalı, kremalı… Ben ilk sabah kremalı denedim, 17 gün içinde her birini denesem de kremalı en sevdiğim oldu ama her zaman da sevemedim tabi ki içi bol dolgulu olması tercihim oldu. Ama İtalyanlar sabahları çoğu zaman uzun uzadıya kahvaltı yapmak yerine, en hızlısından “Espresso” siparişi verip, (söylerken “Caffè” diyorlar) birkaç saniyede yudumlayıp güne başlıyorlar. Eğer sert kahve size göre değilse siparişinizi “caffè” şeklinde verirseniz büyük bir hata yaparsınız, sütlü hali için “Caffé Macchiato” demelisiniz, şimdiden uyarayım.

Buongiorno !

Cappuccino e brioche

Kahvaltının ardından Vatikan’ı bir de gündüz gözüyle görmeye gittim. Ana kapısından girmeye çalışmasam aslında iyi olurdu ama elimi kolumu sallaya sallaya müze sevdasına İsviçreli askerlere meydan okurcasına adım attım ki Madam, nereye?! şeklinde ani bir soruyla adımı falan unuttum, ııı visit? Vatican Museums? falan derken kendimi kapıda buldum, denemenizi tavsiye etmem. Neyse, biraz Vatikan hakkında bilgi vereyim sizlere.

Dünya katolikliğinin başkenti Vatikan, dünyanın en küçük devleti, nüfusu sadece 900. 1929 yılında bağımsızlığını ilan etmiş ve hala mutlak monarşi ile yönetiliyor. Papa hem devlet hem dini lider konumunda. 100 kişilik İsviçreli askerler 1506’dan beri şehrin güvenliğini sağlıyorlar, sadece St. Peter Meydanı’nın korumasını İtalyan polisi yapıyor. Ayrıca Vatikan’ın kendine ait postanesi, bankaları, parası, hukuk sistemi hatta 20 dilde yayın yaptığı bir radyosu ve gazetesi bile var.

San Pietro Meydan'ından Bazilikası'ya kuş bakışı

 

 

 

 

 

 

 

1650’li yıllarda Bernini tarafından düzenlenen 284 sütunla çevrili Piazza San Pietro (San Pietro Meydanı), ihtişamlı St Peter’s Bazilikası’nın da ev sahibi. Bu meydan ve bazilika benim için ayrı bir değerli çünkü kendisinin 1000 parçalık puzzleını tamamlamış biriyim, her bir karesini derinlemesine bildiğim bir yerin ziyaret etmek gerçekten çok başka bir duygu. Bazilikanın yapımına 1506 yılında başlanmış ve 1626 tarihine kadar devam edilmiş ve Hristiyanlığın en büyük kilisesi olarak biliniyor. Katoliklerin en kutsal tapınağı, turistlerin en çok ilgi gösterdiği San Pietro hem katedral hem de bazilika aynı zamanda ve yüzlerce sanat eserine de ev sahipliği yapar. Büyüleyici Roma manzarası için 537 basamak ile kubbenin tepesine çıkmanız gerek. Asansörde var tabi ki 7 Euro civarında bir ücreti varmış. Benim to do list’im de olmasına rağmen o gün yağmuru yiyince aklımda tamamen çıkmasına hala üzülürüm. Papa özel günlerde halkı kutsamak için balkona da çıkıyor, kış aylarında çarşamba günleri kabul gününe günlerden çarşamba olmasına rağmen erken saatlerde orada olduğum için katılamadım, bu da ikinci üzüntüm maalesef.

Panoramico Basilica di San Pietro

Pieta Heykeli

Michelangelo’nun imzasını attığı tek eseri olan Pieta Heykeli aniden canlanacak kadar gerçekçi.

Vatikan Müzeleri, Sistina Şapeli ve Raffaello Odalarıyla dünyanın en önemli sanat koleksiyonlarına sahip. Ayrıca 19. yüzyılda yapılan kazılardan çıkarılan Yunan ve Roma antik eserleri, Mısır’dan antikalar ve 12. – 21. yüzyıl sanat eserleri de sergilenmekte. Ve tabi ki İtalya’nın büyük sanat ustaları Michelangelo, Leonardo da Vinci ve Raffaello’nun eserleri . . .

 

Vatikan Müzeleri

Sistine Şapeli, Michelangelo’nun Papa II. Julius için 1508-12 yıllarında özel bir iskele üzerinde çalıştığı eşsiz tavan freskleri, Dünya’nın yaradılışını ve insanın düşüşünü temsil eden figürlerle adeta görsel bir zenginlik. Bir kenara oturup saatlerce bakılası muhteşemlikte, hayatımın enleri arasında kendisi artık.

Vatikan Müzeleri ziyaretinin ardından Piazza Santa Maria Maggiore’de bulunan otele bol yağmur eşliğinde gidip, eşyaları bırakıp çıktığımda ise bol güneşli hava eşliğinde sokaklarda dolana dolana gezerken bir anda Colosseo (Kolezyum) manzarası göründü, güneşte batıyordu, mis gibi manzara eşliğinde kaptırıp Via Del Corso’ya kadar yürümüşüz.

Vittorio Emanuele II Abidesi

Roma’nın en ünlü alışveriş caddesi Via Del Corso’nun bir ucu Venedik Meydanı’na çıkar diğer ucu da Piazza del Popolo’ya. Venedik Meydanı ile kesiştiği noktada yükselen saf mermerden yapılmış muhteşem bir yapı Vittorio Emanuele II Abidesi. İtalya’nın ilk kralı Vittorio Emanuele II anısına yapılmış. Aynı zamanda 1. Dünya Savaşı’nda ölen meçhul 11 askerin mezarları da burada bulunuyor bu yüzden “Unknown Soldier” (Bilinmeyen Asker) da deniyor.

Piazza del Popolo

Piazza del Popolo; ise Roma’nın en büyük meydanlardan bir tanesi. 3 önemli alışveriş caddesinin; Via del Corso, Via del Babuino ve Via di Ripetta’nın kesiştiği bir konuma sahip olmasından dolayı günün her saatinde canlı bir meydan. Eskiden idamlar bu meydanda yapılırmış ve meydan Roma’nın o zamanki girişinde olduğu için gelenleri etkilemek için bu derece ihtişamlı yapılmış.

 

Meydandan ayrılıp Roma’nın en büyük ve en ünlü çeşmesi 1762 yılından kalma Fontana di Trevi yani meşhur Aşk Çeşmesi’ne gittim, restorasyon çalışmasında olduğunu önceden duymuştum aslında. Yine de ufak da olsa bir umudum vardı ama maalesef bitmemişti. Hafızamda resimleriyle kalmasını isteyeceğim kadar karmaşık haldeydi. Buna rağmen bir çok insan cüzdanlarından bozukluklarını çıkarıp bulduğu su birikintisine atmanın derdindeydi, dilek bile dilemeden uzaklaşmayı seçtim. Sırf bu yüzden tekrar Roma’ya gelememekten de korkmuyor değilim çünkü söylentilere göre çeşmeyi arkasına alıp para atanlar Roma’ya yeniden geliyormuş. Tabi atılan bu paralar nereye gidiyor derseniz, her gün neredeyse 3000 Euro civarında para, görevlileri tarafından toplanıp Romalı yoksullara dağıtılıyormuş.

İspanyol Merdivenleri'nde selfie

Daha sonra diğer bir Roma klasiğine gidiyorum, Piazza di Spagna’da bulunan ünlü Spanish Steps yani İspanyol Merdivenleri’ne. Adını burada bulunan İspanya Büyükelçiliği’nden almış. Meydanda bulunan gemi şeklindeki Fontana della Barcaccia’nın (eski gemi çeşmesi) hikayesi ise şöyle; gemi şeklinde yapılmış çünkü 1598 yılında Tiber nehrinin aşırı yağmur yağışı nedeniyle taşmış ve meydan sular altında kalmış. Sular çekildiğindeyse meydanda bir gemi kalmış. Bunu gören Bernini’de meydana bu şekilde bir çeşme yapmaya karar verip oğluyla birlikte 1627 yılında yapmışlar. Güzel havalarda insanlar toplanıp şarap içip, gitar çalıp, eğleniyormuş tabi de kışın herkesin elinde selfie çubuklarıyla fotoğraf çekilme çabasındaydı daha çok. 138 basamağını da tırmandım, selfie de çekildim ve görev tamamlandı. Tabi bu sırada çoktan akşam olmuştu bile, yemek için Panteon’a doğru yürüdüm.

Panteon

Ristorante Di Rienzo

Yunanca “tüm tanrıların tapınağı” anlamına gelen Panteon, bana göre Roma’nın en etkileyici yapılarından biri. İ.S. 126 yılında imparator Hadrian tarafından tapınak olarak yaptırılmış ve günümüze kadar Roma yapıları içinde en iyi korunmuş olanı. İçeriye girer girmez etkilenmemek elde değil etrafa bakarken insanın başını döndürecek derecede nefis. Bu sırada meydanda

Gli Street Spirit grubunun muhteşem sanatı kulağıma geldi. İtalya sokaklarında çellosuyla Fabio Cavaggion gitarla Eugenio Martinez renklendiriyor. O akşam sadece Fabio vardı ama ne kadar videoları varsa yazımı hazırlarken dinledim gerçekten çok etkileyici. Muhteşem müzik eşliğinde kendimi meydanda bulunan “Ristorante Di Rienzo’da Fettuccini ai funghi Porcini (Porcini mantarlı ince uzun ve yassı makarna) yerken buluyorum. Hala kendisini hayatımda yediğim en iyi fettucini olarak anıyorum, muhteşemdi. Hem güzel bir lezzet hem de Roma’nın en kalabalık ve en canlı meydanında güzel müzikle birleşince hayatımın enlerine girmeyi başardı o dakikalar.

Santa Maria Maggioare Bazilikası

Ertesi gün kahvaltıdan hemen sonra telaffuzunu yayarak en güzel söylediğim yer Santa Maria Maggioare’ye gidiyorum. Sen nerden böyle güzel söylemeyi öğrendin derseniz, oteli bulmak için önce bu meydanı bulmak gerekiyordu, orayı buldum mu her yere giderim durumundayım o yüzden her yer soruşumda kendisini anmışlığım boldur. Rönesans ve Barok dönemi kendi içinde harmanlamış, mozaikleriyle ünlü Santa Maria Maggiore Bazilikası gerçekten ciddi anlamda etkileyici.

Colosseo

Roma diyince çoğumuzun gözümüzde ilk canlanan yer Colosseo. İmparator Vespasianus tarafından İS 72 yılında yaptırılmaya başlandı, 55 bin kişilik Roma’nın en büyük amfiteatrında oturma düzeni toplumsal sınıflara göre ayrılıyordu. Ölümcül gladyatör savaşları ve vahşi hayvan dövüşleri imparator ve zenginler tarafında düzenlenirdi. İS 80 yıllarındaki oyunlarda 9 binin üzerinde hayvan öldürülmüş. Yol tarifi konusunda soracağınızda telaffuzu en zor yer olarak da listenin en başına koydum Colosseo’yu. Birine soruyorum hıh tamam diyorum başkasına aynı şekilde sorunca o ney yahu diye yüzüme bakıyor, artık 3-5 çeşit Koleseo, Koleeeezeo, Koleseeum şeklinde şansımı deniyordum. Herkes bir başka söylüyor, biliyor. İtalyanların Colosseo telaffuzu konusunda ortak bir noktada buluşmasını öneriyorum.

 

Roma Forumu

Roma Forumu, Cumhuriyetin ilk yıllarında, meyve tezgahları ve tapınakların bir arada olduğu bir yerken, İÖ 2. yüzyılda Roma’ya yakışır bir merkez yapılması düşünüldü ve yiyecek tezgahlarının yerin, iş merkezi ve mahkeme salonları aldı. Böylece Forum, imparatorluk boyunca törensel merkez olarak kaldı ve eski binalar yenilendi, yeni tapınaklar ve anıtlar inşa edildi. Şimdi ki Roma Forumu ise yıkılmış tapınaklar ve bazilikaları ile ziyaretçi topluyor, Via Sacra (kutsal yol) en önemli kalıntılarından, forum içinde yapılan dini törenler ve kutlamalar sırasında Jüpiter Tapınağı’na şükran sunmak için çıkılan bir yoldu. Her yönüyle gezmek isterseniz tüm bir gününüzü harcayabilme potansiyeline sahip bir tarih köşesi, gezerken tarih öyle bir içine çekiyor ki çıkınca hıh gerçek hayata döndük oluyorsun.

Tiramisulu Ege

Forum’dan çıkar çıkmaz yemek için Via Del Corso’dan ilerleyerek ara sokaklarda bulunan Sofia‘yı buldum. Roma’da en yüksek puanlı ufacık ve samimi restorantlardan biri Sofia. Yine tercihimi makarnadan kullandım, bir kadeh kırmızı şarap eşliğinde. Yemekten sonra İtalya’da ki ilk tiramisumu deniyeyim dedik ve öyle nefisti ki 2 tane arka arkaya yiyebilecek kadar. Hala tadını unutamadığım en iyisiydi dediğim tiramisu kendisi.

Giolitti'nin nefis lezzetleri

Güzel lezzetlerden sonra ritüelim olan Hard Rock tişörtleri için Roma Hard Rock’ı bulmak için yollara düşüyorum, başka açacak yer bulamadınız mı dedirtecek cinsten alakasız bir yerde olsa da kavuştuk. Daha sonra kışın yağmuru soğuğu dinlemeden Roma’ya gelmişken en iyi Roma dondurmacısını tatmak lazımdı, tabi ki Giolitti’den bahsediyorum. 1890’lı yıllarda Giolitti ailesi krema yaparak bu işe başlamışlar. Dönemin kraliyet ailesince tüketildikçe daha da ünlenmişler ve 1900’de ilk dondurma dükkanlarını açmışlar. Şimdilerde ise yazın önünde uzun kuyruklar olurmuş, kışın bile az da olsa sıra bekliyorsunuz çünkü insanlar çeşitleri görünce uzun bir süre kendini kaybediyor. Ortalama 15-20 dakika tadım aşamasından sonra kahveli ve orman meyveli karışık seçtim üzerine de kremasıyla nefis bir lezzetti, daha önce dondurma falan yememişim arkadaşlar. Dondurmayı seçerken sesli düşünüyorduk ki bir anda Türkçe cevap alınca şaşırdım, sevindim. Dondurmaları alıp oturduk sohbet muhabbet derken belki 1 saat oturduk.

Bir şeyler içmek ve güzel sohbete devam etmek için Piazza Navona’ya (Navona Meydanı) doğru yürüdük. Bu meydan gece gündüz canlı kalabilen, özellikle geceleri barları, restoranları ve gece kulüpleri ile çok daha çekici. Yine yakınlarında bulunan Piazza Campo Fiori’ye gittik çünkü Drunken Ship’te hem ladies night (2 iç 1 öde) var hem de meydanda en kalabalık görünen, sokaklara kadar taşmış insanlar var. Kokteyllerimizi alıp bizde kendimizi dışarı atıyoruz.

Borghese Bahçeleri

Roma’da ki son sabahımızda ilk durak Borghese Bahçeleri. 1605 yılında Papa V. Paulus’un yeğeni Kardinal Scipione Borghese için tasarlanmış tepelik, heykellerle süslenmiş bahçede bisiklet ya da segway kiralayıp muhteşem yeşilliğinin keyfini çıkarabilirsiniz.Dünya’nın en ünlü sanat galerisi olan Borghese Galerisi, sanat düşkünü Borghese’nin antik çağ heykelleriyle donattığı villasında Avrupa’nın en güzel tablo, heykel ve antikları yer alıyor. Borghese Galerisi yapıldığı dönemde misafir ağırlamak, resim ve heykel koleksiyonunu sergilemek için kullanılmış. 1801-09 yıllarında Napoleon’nun kız kardeşi Pauline’nin kocası Prens Camillo Borghese, aile resimlerinin çoğunu mülk karşılığında takas edilmiş ve şuanda Louvre’da sergileniyor.

img_2151

Ziyaret etmek için önceden rezervasyon gerekiyor ama yoğun bir dönemde değillerse kabul edebiliyorlar, bir deneyin şansınızı. Saat başlarında giriş yapılıyor ama beklerken sıkılmanız söz konusu olamaz hem müze içi alışveriş noktasında Bernini’nin kitaplarını inceleyebilirsiniz hem de minik müze cafesinde ufak atıştırmalıklarla kahve keyfi yapabilirsiniz. Affogato (vanilyalı dondurmalı shot espresso) ile crema di caffè arasında bir lezzet olduğu söylenen ve adı bir türlü bilinemeyen soğuk kahvemin tadını başka hiçbir yerde bulamadım, yanında ufak kurabiyeciklerle Borghese’nin galerisini görmeden önce keyfime keyif kattım.

Her sanatseverin gezmeye doyamayacağı bir galeri, heykelleri ve yağlıboya tablolarının yanı sıra özellikle Bernini heykelleri görülmeye değer .Mat Collishaw’un Black Mirror adlı süreli sergisi en etkileyici olandı kuşkusuz ki.

Castel Sant'Angelo

Daha sonra şehrin bir ucundan diğer ucuna yürüyerek Tiber nehrinin kıyısına gittik. Hediyelikçilerin sıralandığı tezgahlarda kendimi kaybettim, boş bir valizim olsa kesinlikle alacağım çok güzel İtalyan mutfağı tarifleri vardı, hala iç geçiriyorum. Güneşin batışına yaklaşırken Tiber Nehri’nin kıyısında bulunan Castel Sant’Angelo’yu ziyaret ettim. İmparator Hadrian için MS 130 – 139 yıllarında inşa edişmiş kale hem hapishane hem de papanın evi olarak kullanılmış. Kalenin içinde bulunan gizli bir koridor ile Vatikan Sarayı’na bağlanarak papa için kaçış yolu yapılmış. Ayrıca idam mahkumları idam edilirmiş ve ibret olsun diye de St. Angelo Köprüsü’nde asılı tutulurmuş. Kale her yönüyle gizemli ve üzücü hikayelere görgü tanıklığı yapmış derin bir tarihe sahip, her adımda hissettiriyor.

Tazza d'Oro

Daha sonra son gecemizde Roma’nın en iyi kahvecilerinden Tazza D’oro için Panteon’a kadar yürüdük, hemen meydanın çaprazından köşede mütevazi bir dükkan. İçeri girer girmez bir başka tatda kahve kokusuyla başım dönüyor, kenarda çuvallarla yığılmış kahveler ile pişenler karışınca muhteşem ötesi bir koku şöleni olmuş. “Granita al caffè con panna” oranın ritüeli olmuş, bizde deneyelim dedik, buzlu kremalı bol kahveli müthiş bir kafein bombası.

Kahveden sonra biraz daha Roma sokaklarının keyfini çıkarıp akşam için İtalyanların ‘aperitivo’ dedikleri neymiş bir deneyeyim dedim. Akşam yemeğine geç oturan İtalyanlar, akşamüzeri içmeye başladılarsa, yanında İspanyolların tapası, bizim mezeler anlayışımız gibi atıştırmalıklarla takılıyorlar. Barlarda bu atıştırmalıklar açık büfe servis ediliyor ve genellikle içkinin yanında ücretsiz sunuluyor. Maggiore’ye sokak aralarından giderken denk gelen “Antico Forno ai Serpenti” aslında minik ve sevimli bir fırın. Leziz görünümlü pizzalar, ekmekler ve kurabiyelerin yanı sıra akşam saatlerinde başlayan aperitivosu da gayet başarılıydı. Kereviz yemeyen bana bile çorbasını içirtmiş bir mekan.

 

Aperitivo

 

When in Rome, do as the Romans do

Muhteşem yapıları heykelleri, çeşmeleri ve meydanları ile Roma’ya aşık olmamak elde değildi. Roma’dan ayrılmak oldukça zor oldu. İtalyanlar ile ilk tanışmamda onlarında gerçekten içten olduklarını gördüm. Roma’nın tüm gezilecek yerleri birbirine yürüme mesafesinde olduğu için harita elinizdeyken çok zorlanmıyorsunuz ama yine bir yeri sormak için durduğunuzda bile sizin için yolunuzu değiştirip yardım edecek kadar iyiler, hayran kaldım. Roma’da sadece 4 gün kalsam da şunu anladım ki Roma hiçbir zaman bitmez, her zaman yaşayacak bir şeyler bulabilirsiniz bu güzel şehirde işte bu yüzden kendisini hayatımın kaçamak şehri ilan ettim. Beni geçmişte yaşıyormuş gibi derinlere götüren, buram buram tarih ve kahve kokan şehrim Roma, seni tekrar tekrar yaşamak daha çok geleceğim, bu sadece kısa bir veda . . .

Sevgiler…

Özetle Roma, anlatılmaz yaşanır.

Roma Fiumicino Havalimanı’ndan merkeze nasıl gidilir?
* Merkeze 26 km uzaklıkta bulunan havaalanından şehir merkezine tren, taksi ve otobüs ile ulaşım sağlanıyor. Roma merkez için 4€ (her 20 dakikada), Vatikan çevresine gitmek için ise 5€ (her saat başı).

Roma’da ne yapılır?
* Vatikan’a tam bir gün ayırmalısınız. St Peter’s Bazilikası ve Vatikan Müzelerini görmeden dönmeyin.
* Colleseo ve Roma Forumu’nu Roma’yı daha iyi anlamak ve yaşamak için ziyaret etmelisiniz.
* Roma’nın en ünlü alışveriş caddesi Via del Corso’yu alacak bir şeyiniz yoksa bile bir yürüyün derim. Caddenin bir başında bulunan Vittorio Emanuele II Abidesi ve diğer bir ucundaki Piazza del Popolo’yu da görmüş olacaksınız.
* Roma’nın simgeleşmiş Fontana di Trevi’si yani Aşk Çeşmesi, İspanyol Merdivenleri ve Panteon’a uğramalısınız.
* Mozaikleriyle ünlü Santa Maria Maggiore Bazilikasını görmelisiniz.
* Piazza Navona, Piazza Campo Fiori ve Trastevere bölgesi gece ve gündüz ayrı ayrı görülesi. Roma’nın gece hayatı, canlı barları genelde bu 3 noktada toplanmış.
* Roma’nin hüzünlü ve gizemli bir tarihi Castel Sant’Angelo’yu ziyeret edip en son yukarıdaki muhteşem Roma manzarası için ziyaretinizi gün batımı saatlerini denk getirmeyi unutmayın.
* Roma’yı ikiye bölen İtalya’nın 3. büyük nehri olan Tiber’in kıyısında yürüyüş yapıp “When in rome, do as Romans do” yani “Roma’da Romalılar gibi davran” sözünün hakkını verebilirsiniz.
* Roma’nın belki de en huzurlu yerlerinden biri olan Borghese Bahçeleri. Güneşli bir günde keyif yapabileceğiniz kocaman bir park. Aynı zamanda gelmişken Galleria Borghese’yi de ziyaret etmelisiniz.

Roma’da ne yenir, ne içilir?
* Roma Dondurması Roma’da bir sanat biçimi haline gelmiş, sayılamayacak çeşitte ev yapımı muhteşem dondurmalar (gelato), yaz kış demeden tüketiliyor. “Hakiki Roma Dondurmacısı” Giolitti en doğru adres.
Giolitti : Via Uffici del Vicario, 40 00186 Roma Tel: +39 06 699 12 43

* İtalyan pizzası için Roma’da hatta dünyadaki pizzacılar arasındaki en iyi adreslerden, Pizzerium.
Pizzerium: Via della Meloria, 43, 00136 Roma
Tel: +39 06 3974 5416

* İtalyan kahvesi için en iyi adres,
Tazza D’Oro : Via degli Orfani, 84, 00186 Roma
Tel: +39 06 678 9792

* Trastevere bölgesinde bulunan Bir&fud’da çeşitli biralar deneyebilirsiniz, ambiansında tadına tat katabilirsiniz.
Bir&fud: Via Benedetta, 23, 00153 Roma
Tel: +39 06 589 4016

* Kahvaltıda brioche çeşitleriyle kahve çeşitlerini her sabah farklı kombinasyon yaparak damağınızda şölen yaratabilirsiniz.
Bar Cottini: Via Benedetta, 23, 00153 Roma
Tel: +39 06 589 4016

* Öğlen ya da akşam yemeği için makarnalarıyla ünlü sessiz bir Roma sokağında bulunan Sofia’yı deneyebilirsiniz.
Sofia: Via di Capo le Case, 51, Roma
Tel: +39 06 8987 3857

* Akşam yemeğinizi eğer koca bir tarihe karşı yemek isterseniz Panteon’u karşınıza alıp yemeğiniz ve şarabınızla Ristorante Di Rienzo’da saatlerce keyif yapabilirsiniz
Ristorante Di Rienzo: Piazza della Rotonda, 8-9, 00186 Roma
Tel: +39 06 686 9097

* Akşam yemeğinde pizza ya da makarnadan sıkılırsanız, ufak atıştırmalıklarla bir şeyler içerek geçirmek isterseniz aperitivo barlarına gidebilirsiniz. Bir çok yerde tabelalarını görebilirsiniz ama sakin ve samimi bir mekan için önerim Antico Forno ai Serpenti.
Antico Forno ai Serpenti: Via dei Serpenti, 122-123, 00184 Roma
Tel: +39 06 4542 7920

 

 

pubg uc

3 YORUMLAR

  1. Bu güzel paylaşımınız için teşekkürler. O kadar harika anlatmışsınız ki, Roma’yı gidipte görmeye gerek kalmadı !…

Tayfun Uzakman için bir yanıt yazın İptal

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.